Yaşamım boyunca seyahatle ilgili hayaller kurdum, ancak düşlediklerimden önce aklımın ucundan bile geçmeyen yerlere gittim.
Yıllarca İtalya'ya gitmeyi düşlerken, daha önce hiç ilgimi çekmeyen Rusya'ya, Ukrayna'ya, Litvanya'ya gittim. Rüyalarımda İspanya'yı görürken Hindistan'dan İran'a tüm Asya'yı dolaştım... Son zamanlarda yine yakınlarda bir yere, Bosna'ya gitmeyi düşünüyordum ki, yine denk geldi, bu kez yolum Meksika'ya düştü!
Gidilecek yer Meksika olunca, benim gibi Amerika kıtasına daha önce hiç uçmamışsanız, insan ilk yurtdışına çıktığı günün heyecanını yeniden yaşıyor...
Uçuşa aylar kala, Meksika vizesiyle uğraşmaya başladım, vize için Avrupa ülkeleri kadar uğraştırdıklarını öğrendim. Önce buna anlam veremedim, ancak daha sonra Meksika'dan A.B.D.'ne kaçmanın gerçekten çok kolay olduğunu, bu yüzden de A.B.D.'nin vize işlerinde ince eleyip sık dokuması için Meksika'yı uğraştırdığını öğrendim.
Neyse ki pasaportumda geçerli bir Schengen vizesi de bulunması sayesinde vize işlerini kolayca bitirdim. Hatta görüşmeye gittiğim Meksika Fahri Konsolosu, zamanım varsa Küba'ya da geçmemi tavsiye etti, benimle epey ilgilendi.
Vizenin ardından epey araştırdıktan sonra Iberia Havayollarından 900 Euro'ya gidiş dönüş bir bilet buldum. Madrid aktarmalı uçuşla yola çıktım.
Meksika gezimi beş gün Guadalajara, beş gün Mexico City olacak şekilde ayarlamıştım. Ancak daha sonra Mexico City'yi bir sonraki seyahatime bırakmaya, bu kez 10 gün boyunca Guadalajara çevresindeki yerleri gezmeye karar verdim.
Dediğim gibi Amerika kıtasına ilk kez uçuyordum. Üstelik daha önce beş saatten fazla uçuşta da bulunmamıştım. Madrid Havaalanı'nda beklediğim saatler çabucak geçip Mexico City uçağına doğru yürürken 12 saatlik uçuşun heyecanı iyice kendini göstermeye başladı.
Avrupa ile Meksika arasındaki 8 saatlik farktan dolayı bir iki gün uyku sorunu çekeceğimi okumuştum. Bunun en iyi çözümü ise yol boyunca uyumakmış, ancak uçuşu hala gündüz olarak algıladığımız için bu hiç de kolay değilmiş.
Neyse ki 12 saatlik uçuşun 10 saati uyuyordum da ertesi güne Meksika'da, hiçbir şey olmamış gibi devam edebildim.
Uçuş boyunca pek çok küçük adanın üzerinden geçtik. Hava açıktı ve beklediğimin aksine ne bir havaboşluğu, ne de bu uzun uçuşta beni korkutacak başka bir şey oldu.
Uçak Mexico City'ye akşam sekizi biraz geçe vardı. Sanırım yarım saat kadar geç vardı ve bu yüzden aktarma uçuşunu kaçırdım. Mexico City - Guadalajara uçuşunu yapacağım Aero Mexicana'dan yeni bilet aldıktan sonra bir saatlik bir uçuş daha yaptım.
Gudalajara'ya varıp daha önce internet'ten bulduğum hostele yerleştiğimde saat onikiyi geçiyordu. Gözlerimi kapatır kapatmaz uyudum.
Ertesi sabah gözlerimi açtığımda bambaşka bir dünyadaydım. Vücudum Meksika'ya bir önceki gece gelmişti, ama uzun uçuşta Iberia'nın dört motorlu uçağından fark yiyen ruhum, yeni varmıştı.
Kahvaltıyı yaptıktan sonra kendimi dışarı attım. Uzun yıllardır yaşamadığım, dediğim gibi ilk yurtdışına çıkışımda yaşadığıma benzer bir heyecan vardı içimde.
Guadalajara'daki ilk birkaç saat ne birisiyle konuştum, ne bir şey aldım, ne de birşey yedim. Bambaşka bir dünyada olmanın şaşkınlığı içinde şehrin geniş caddelerinde yürüdüm, etrafa baktım, fotoğraf çektim.
Meksika'nın Türkiye'ye çok benzediğini duymuştum, ancak bu kadar benzeyeceğini tahmin edemezdim. İklim Türkiye'nin neredeyse aynısı, insanların davranışları, sıcaklıkları, rahat hareketleri de Türkiye'yi anımsatıyor.
Ayrıca sokaklardaki karmaşa, düzensiz yükselen korna sesleri ve rengarek giysiler, dükkanlar, biraz daha derli toplu, düzenli ve temiz bir Hindistan havası veriyor.
Sanırım A.B.D.'nin yanıbaşında olmasından, caddeler filmlerde gördüğüm Amerikan şehirlerine çok benziyor. Geniş ve birbirini dik kesen bir sürü paralel caddeler var.
Trafiğin akışı ise yine Amerika'dan alındığını tahmin ettiğim biçimde işliyor. Bir caddede araçlar tek yönde güneye ilerlerken, ona paralel caddede yine tek yönde, ters yönde, kuzeye ilerliyor.
Caddeler Amerikan arabalarıyla dolu. Özellikle Dodge, Chevrolette vs. marka pickup kamyonetlerin trafiğe oranı bir zamanların Türkiye'sindeki Şahin'ler gibi.
Ayrıca Türkiye'de sahip olmak için zengin olmamız gereken Ford Mustang, Hammer, Cadillac Escalade gibi arabalara da her yerde rastlamak mümkün. Sonradan öğrendiğime göre bu arabaların fiyatı vergi farkından dolayı Türkiye'dekinin üçte birine kadar iniyormuş orada.
Guadalajara'da bulunduğum sürece yüzlerce dilenciye rastladım. Mexico City'de de durum aynıymış. Bu anlamda da Meksika, Hindistan'ı hatırlatıyor.
Bütün gün Guadalajara'da yayan dolaştıktan sonra akşamüstü yorgun argın hostele döndüm.
Akşam yemeği için dışarı çıktığımda hava kararmıştı. Daha önce Meksika'da insanları yoldan çevirip kaçırdıklarına, 20 Dolar için cinayet işlediklerine, eğer bavulu elinde yürüyen bir turistsen mutlaka saldırıya uğrayacağına dair pek çok hikaye dinlemiştim.
Ancak Moskova için de bir sürü hikaye dinleyip, anlatılanlarla hiç ilgisi olmadığını gördüğümden beri bu tür hikayelere inanmıyordum. Yine de tedbiri elden bırakmadım, hostelden fazla uzaklaşmadım.
Yemek için hostel'in yakınındaki bir benzincide bulduğum Seven Eleven'dan sandviç ve kocaman bardakta kahve aldım, 28 Pezo (yaklaşık 2.5 Dolar) verdim.
Meksika'da her köşe başında bir Seven Eleven var. İstanbul'da da bunlardan birkaç tane var, hatta küçüklüğümden beri görürüm. Ancak Meksika'daki durumu bambaşka. Tam anlamıyla "her köşe başına" bir tane kurmuşlar. Öyle ki ekmek almaya semt bakkalına gider gibi Seven Eleven'a gidebiliyorsunuz.
Ertesi gün erkenden yorgunluğumu iyice atmıştım, erkenden kalktım. Hostel'den hoşnutsuzluğumu diğer turistlere anlattım, aynı sokakta bir hostel daha olduğunu söylediler.
Caddenin karşısına geçip Villa Santa'nın kapısını çaldığımda, hayatımda karşılaştığım en güzel hostel'deydim.
Villa Santa, iki binanın birleştirilmesiyle oluşturulmuş. İçerisinin tasarımını ya işini çok iyi bilen bir mimarın, ya da içinde enerji patlamaları yaşayan, çok mutlu birinin yaptığından eminim. Ancak kesinlikle Meksikalı!
Ortada üzeri plastik camlarla kapanmış, bütün güneşi içeri alan geniş bir lobi var. Buradaki renkli koltuklar akşamları yorgunluk atan, wireless için bilgisayarını açan turistlerle doluyor.
Villa Santa'da yalnızca turistler değil, Guadalajara'da okuyan, çevre illerden gelen öğrenciler de kalıyor.
Hostel'deki en garip şey ise yemek konusundaydı. Kahvaltı dahil değil... Ancak "kahvaltı yok mu?" diye sormaya gittiğimde perşembe ve pazar günleri olduğunu söylediler. Ya bu hostel'i yurt gibi kullanan öğrencilere özel bir etkinlik, ya da benim İspanyolcam yeteri kadar iyi değildi.
İkinci günümde, daha önce Couchsurfing'den (www.couchsurfing.com) yazıştığım Gabriela'yı aradım. Bu arada Couchsurfing, üyelerin birbirini tanıdığı, evleri müsaitse gittikleri ülkelerde diğer üyelerin evinde kalabildikleri, ucuza dünyayı gezme fırsatı sunan önemli sitelerden biri. Ancak yalnızca kalacak yer için değil, gittiğiniz yerde sıkılmamak, ya da rehberlik yapacak birileri olsun istiyorsanız da gerçekten iyi bir kaynak.
Günlerden pazar olduğundan Gabriela çalışmıyordu, arkadaşlarıyla bisiklete binecekmiş, beni de davet ettiler. Kabul edince hemen bana da bir bisiklet buldular.
Guadalajara'nın iki büyük caddesi pazar günleri 15.00'a kadar trafiğe kapatılıyor, bisikletlilere sunuluyormuş. Yılın büyük kısmı hava sıcak olduğundan ve şehirde yokuş bulunmadığından bisiklet çok popüler. Pazar günleri de yollar tıklım tıklım.
Geniş cadde boyunca pazar gününü dışarıda değerlendiren bir sürü insan gördüm. Bir biranın önünde gençler toplu halde aerobik yaparken, yine aynıca caddede bir çok yerde futbol, basketbol, voleybol, tenis oynayan çocuklar vardı.
Ayrıca cadde boyunca sık sık bisiklet tamircileri var. Sanırım bunlar ya gönüllü ya da belediyeden maaş alıyor. Önlerindeki sıraya giriyorsunuz, sıranız geldiğinde bisikletinizi kontrol ediyor, sorunu varsa gideriyorlar, para da almıyorlar.
Gezi bitip bisikletleri eve bıraktıktan sonra Gabriela, akşamüstü ailesiyle yemek yiyeceğini söyledi ve beni de davet etti. Evimden uzakta ve yalnız olduğumdan nazlanma bile fırsatı vermedim kendime, hemen kabul ettim.
Gabriela'nın annesi yazarmış, ayrıca bir de yayınevi varmış. Gabriela ise işlerinde ona yardım ediyormuş. Büyük kızkardeşinin bir reklam ajansı var. Çok büyük olmasa da, Meksika'da tanınan bir ajansmış. İkizi Ileana ise IBM'in satınalma sorumlusuymuş.
Yemek boyunca epey güldük. Özellikle anneannesi ile dedesinin, uzaklardan gelen bu yabancıyı anlamaya çalışırken İspanyolca sorduğu sorular, benim bu sorulara İspanyolca cevap verme çabam görülmeye değerdi.
Yemekten sonra tekrar dışarı çıktık. Guadalajara'nın merkezinde dolaştık. Şehri bir de karanlıkta görme fırsatım oldu.
Akşam hava sıcaklığında çok fazla değişiklik olmadığından özellikle merkezdeki hayat devam ediyor.
Üçüncü gün yine Couchsurfing'den yazıştığımız, bir başka üye, Suhey'le Guadalajara'nın hemen dışında yer alan turistik semti (aslında ayrı bir şehir sayılıyor) Tlequepaque'ye gitmek için sözleşmiştik.
Adını söylemeyi 20 dakikada öğrendiğim Tlequepaque bana İstanbul'daki Ortaköy'ü çağrıştırdı. Tabii ki deniz yok. Ancak bu turistik semt küçük evlerden ve hediyelik eşya satan yerlilerden oluşuyor.
Burası, Guadalajara'nın başkenti olduğu Jalisco Eyaleti'nin en ilginç ve en turistik bölgesi konumunda.
Bölgeye özgü her türlü hediyelik eşyayı bulmak olası. Özellikle boncukların yapıştırılmasıyla yapılan biblolar, elde örülen kazan ve benzeri giysilerle bir sürü çeşit bulmak olası.
Tlequepaque'de inanılmaz canlı bir hava hakim. İnsanlardaki mutlu hava burada da devam ederken, renkler ve duvarlardaki resimler, hatta heykeller de bu enerjiden nasibini almış.
Buradaki oteller, merkezdekilere iyi bir alternatif oluşturuyor. Fiyatlar hemen hemen aynı, çift kişilik bir oda için 50 - 100 Dolar arasında değişiyor. Ancak bana kalırsa özellikle sakinliği seven çiftler Guadalajara'nın merkezindense mutlaka burayı tercih etmeli.
Zaten taksiyle ucuz diyebileceğimiz bir fiyata (100 Pezo - yaklaşık 9 Dolar) Tlequepaque'den Guadalajara'nın merkezine ulaşabiliyorsunuz.
Ölü suratl bu heykellere Tlaquepaque'nin her yerinde rastlayabiliyormuşsunuz. Meksika'nın "Ölüler Gününde" herkes bu heykellerden alıp birbirine armağan ediyor, evlerine koyuyorlarmış. Boy boy heykeller 10 cm.'den başlayıp 2 metreye kadar çıkıyor.
Antonio Banderas'ın oynadığı "mariachi" filmlerinden birinin final sahnesi de Meksika'nın Ölüler Günü'nde geçiyordu hatırlarsanız...
Ölüler Günü'yle ilgili şehre yerleştirilmiş bir sürü heykele rastlamak da olası. Beton ve tenekeden yapılan bu heykellerden Tlequepaque'nin her yerinde var.
En eğlencelilerinden biri de Mariachi'lerin canlandırıldığı bu heykeller.
Bu teneke Mariachi'lerin içindeki hoparlörlerden sürekli Mariachi müziği çalınıyor. Önlerindeki bankta oturup dinleyebiliyor, hatta elli türlü şekle girip fotoğraf çektirebiliyorsunuz...
Tlequepaque'nin en ünlü yeri ise merkezdeki büyük yapının içinde bulunan çay bahçesi. Burada, ortada büyük bir avlu var ve zaman zaman bu avludaki platformda dans gösterileri yapılıyor.
Avlunun etrafında ise 360 derece çay bahçeleri var. Burada oturup sıcak içecekler ya da tequila çeşitleriyle yapılan kokteyllerden içebiliyorsunuz. Ayrıca akşamları restaruant olarak kullanılıyor.
Etrafta küçük gruplar halinde Mariachi'ler geziyor. Çağırıp sizin için söylemelerini isteyebiliyorsunuz. Tarifesi bir şarkı için 100 Pezo'ymuş. (Yaklaşık 9 Dolar)
Suhey'le Guadalajara'ya doğru yola çıktığımızda bir düğüne rastladık. Arabayı durdurup kendimi kiliseye attım.
Bir Meksika düğününde, Hint düğünlerinde, Afrika kabilelerinin düğünlerinde olduğu gibi farklı, yerel bir şeyler beklerken, klasik bir Hristiyan düğünü ile karşılaşmam beni hayal kırıklığına uğrattı.
Çok fazla kalmadık, tekrar yola çıktık. Gelin arabasının sadeliği güzeldi.
Yine dönüş yolunda bir karnavalın içinde bulduk kendimizi. Guadalajara'nın özel bir günüymüş. Suhey ne olduğunu anlattı, ancak daha oradan ayrılmadan özel isimler, tarihler tamamen aklımdan çıkmıştı bile.
Meksikalıların yerel kıyafetler içinde yerel dansları canlandırdığı pek çok ayrı grup vardı. Sanırım her grup Meksika'nın başka bir bölgesini simgeliyordu.
Kolomböncesi Amerikası'na ait yerli gruplarının dışında, Latin kültürünü çağrıştıran giysiler giymiş gruplar da, Latin danslarına benzer danslar yapıyordu.
Gösterilerin arasında tartışmasız en keyiflisi ise yaşlı adam dansıydı. Oyuncuların birer yaşlı adamı canlandırdığı dansta, birer bastonla giriyor, sallana sallana dansediyor, izleyicileri gülmekten kırıp geçiriyorlar.
Suhey'e rehberliği için teşekkür ettikten sonra ayrıldık.
21 yaşındaki Suhey üniversiteyi bitirmek üzereymiş. En yakın arkadaşıyla birlikte iki yıl Kanada'da çalışmayı, biriktirdikleri parayla Guadalajara'ya dönüp bir hostel açmayı düşünüyorlarmış. Ancak parayı biriktiremeyip, dünyayı gezmeye kalkarız diye korkuyorlarmış.
Sonraki günler boyunca Guadalajara'daki işlerimi hallettim. Guadalajara'da kullandığımız VW New Beetle'dan büyük keyif aldığımı söylemeliyim.
Şehirdeki son günüm pazara denk geliyordu, Couchsurfing'den tanıştığımız Gabriela'nın ikizi Ileana Guadalajara'ya yaklaşık bir saat uzaklıktaki Chapala Gölü'ne gitmeyi teklif etti.
Şehir dışında araba kullanamadığını söyleyen Ileana bu görevi bana verdi. 1800 motorlu Wauxhall'ı (Türkiye'deki Opel Corsa) kullanmak da VW New Beetle gibi büyük keyif verdi. Türkiye'ye döndüğümde mutlaka büyük motorlu bir araba edinmeye karar verdim, benzin fiyatlarını anımsayıp vazgeçtim.
Chapala Gölü (Lake Chapala), Amerikalılar için bir tatil yeri. Burada yazlık alıp, yaz tatillerini geçiriyorlar. En yakın deniz Porto Vallarta'nın Guadalajara'ya dört saat uzaklıkta olmasından dolayı insanlar yüzmeye Chapala Gölü'ne geliyorlar.
Chapala'da geçirdiğim tüm gün boyunca kayda değer hiçbir şey yapmadığımı söyleyebilirim. Kumsalda yattım, tekneleri izledim, birkaç kişiyle tanıştım.
Özellikle her köşe başında satılan karışık meyvesuyu kokteylleri inanılmazdı. Standart boy bardakta (1 lt.!!!) verdikleri meyvesuyunu bitiremedim, ancak çok yaklaşmıştım..
Chapala Gölü kıyısında da Tlaquepaque'de olduğu gibi rengarenk evler, dar sokaklar var.
Güneş batmadan Guadalajara'ya doğru yola çıktık...
Şehre dönüşte Ileana'ya öylesine "tiyatroya gidebilir miyiz?" diye sordum, cevap vermedi. Beni direkt bir tiyatroya götürdü. Bilgi almak için içeri girdi, koşarak çıktı, beni de çağırdı. Oyun başlayalı beş dakika olmuştu...
Koltuğuma oturduğumda oyun hakkında hiçbir bilgim yoktu. Yalnızca girişte adını okumaya fırsatım olmuştu: "Secreto en la Montagna". İngilizceden çağrıştırdığı anlam "Dağın Sırrı"ydı, izlemeye başladım.
Bir süre sonra oyunun, Türkiye'de olay çıkaran "Brokeback Mountain" filminin (hatta Türkçeye çevirisi de "Gay Dağcılar" diye yapılmıştı!) tiyatro oyunu olduğunu anladım, epey güldüm...
Filmi izlememiştim, ama konu düpedüz okuduğum gibi gidiyordu. Üstelik sinema uyarlaması olduğu da belliydi, atmosfer, sesler, sahne düzeni hep sinemasaldı.
Oyunun Brokeback Dağı'nın uyarlaması olduğunu anladığımda gülmemin en büyük nedeni, Guadalajara'nın gay'leriyle ünlü olması. Şehir gerçekten de dünyanın gay oranı en yüksek şehriymiş, bu oran o kadar yüksekmiş ki, şehrin kızları bu durumdan epey şikayetçiymişler.
Bu arada oyun gerçekten iyiydi. Sanırım sinematografik yönetilmesinin de etkisiyle, İspanyolcayı iyi bilmememe karşın sıkılmadan izlediğim, anlatmak istediğini veren bir oyundu.
Oyundan sonra Ileana'ya teşekkür ettim ve vedalaştık.
Hostel'e vardıktan sonra biraz resepsiyondaki internet'te zaman geçirdikten sonra odama çıkıp bavulumu hazırladım. Bir yolculuk daha bitiyordu, bu hüzün vericiydi. Ancak evime dönüyordum ve bu gerçektekten heyecan vericiydi.
Erken yattım... Sabah erken kalkıp taksiyle Guadalajara Havaalanı'na gittim.
Guadalajara'ya bir saatlik uçuştan kısa süre sonra Madrid uçağında, tekrar okyanusun üzerindeydim. Neyseki yine uyku sorunu çekmedim, dönüşte 11 saate düşen yolculuk boyunca uyudum.
Daha önce dediğim gibi Meksika vize istiyor, üstelik bu vize için epey uğraştırıyor. Yanlış hatırlamıyorsam vize için 40 Dolar gibi bir para alıyorlar, bunun dışında harç vs. bir ücret alınmıyor.
Meksika'nın Ankara'da Başkonsolosluğu var, ancak İstanbul'da vizeyi Nişantaşı'ndaki Fahri Konsolosluk (Paragon Turizm) veriyor.
Vize bilgileri için:
http://www.mexico.org.tr/
Meksika'ya Avrupa merkezli bir çok havayolunun uçuşu var. Bunlar Iberia, Air France, British Airways, Alitalia ve KLM.
Ayrıntılı bilgi için:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mexico_City
http://en.wikipedia.org/wiki/Mexico
http://www.mexico.com/
http://www.visitmexico.com/ (Meksika'nın resmi turistik web sitesi)
Yıllarca İtalya'ya gitmeyi düşlerken, daha önce hiç ilgimi çekmeyen Rusya'ya, Ukrayna'ya, Litvanya'ya gittim. Rüyalarımda İspanya'yı görürken Hindistan'dan İran'a tüm Asya'yı dolaştım... Son zamanlarda yine yakınlarda bir yere, Bosna'ya gitmeyi düşünüyordum ki, yine denk geldi, bu kez yolum Meksika'ya düştü!
Gidilecek yer Meksika olunca, benim gibi Amerika kıtasına daha önce hiç uçmamışsanız, insan ilk yurtdışına çıktığı günün heyecanını yeniden yaşıyor...
Uçuşa aylar kala, Meksika vizesiyle uğraşmaya başladım, vize için Avrupa ülkeleri kadar uğraştırdıklarını öğrendim. Önce buna anlam veremedim, ancak daha sonra Meksika'dan A.B.D.'ne kaçmanın gerçekten çok kolay olduğunu, bu yüzden de A.B.D.'nin vize işlerinde ince eleyip sık dokuması için Meksika'yı uğraştırdığını öğrendim.
Neyse ki pasaportumda geçerli bir Schengen vizesi de bulunması sayesinde vize işlerini kolayca bitirdim. Hatta görüşmeye gittiğim Meksika Fahri Konsolosu, zamanım varsa Küba'ya da geçmemi tavsiye etti, benimle epey ilgilendi.
Vizenin ardından epey araştırdıktan sonra Iberia Havayollarından 900 Euro'ya gidiş dönüş bir bilet buldum. Madrid aktarmalı uçuşla yola çıktım.
Meksika gezimi beş gün Guadalajara, beş gün Mexico City olacak şekilde ayarlamıştım. Ancak daha sonra Mexico City'yi bir sonraki seyahatime bırakmaya, bu kez 10 gün boyunca Guadalajara çevresindeki yerleri gezmeye karar verdim.
Dediğim gibi Amerika kıtasına ilk kez uçuyordum. Üstelik daha önce beş saatten fazla uçuşta da bulunmamıştım. Madrid Havaalanı'nda beklediğim saatler çabucak geçip Mexico City uçağına doğru yürürken 12 saatlik uçuşun heyecanı iyice kendini göstermeye başladı.
Avrupa ile Meksika arasındaki 8 saatlik farktan dolayı bir iki gün uyku sorunu çekeceğimi okumuştum. Bunun en iyi çözümü ise yol boyunca uyumakmış, ancak uçuşu hala gündüz olarak algıladığımız için bu hiç de kolay değilmiş.
Neyse ki 12 saatlik uçuşun 10 saati uyuyordum da ertesi güne Meksika'da, hiçbir şey olmamış gibi devam edebildim.
Uçuş boyunca pek çok küçük adanın üzerinden geçtik. Hava açıktı ve beklediğimin aksine ne bir havaboşluğu, ne de bu uzun uçuşta beni korkutacak başka bir şey oldu.
Uçak Mexico City'ye akşam sekizi biraz geçe vardı. Sanırım yarım saat kadar geç vardı ve bu yüzden aktarma uçuşunu kaçırdım. Mexico City - Guadalajara uçuşunu yapacağım Aero Mexicana'dan yeni bilet aldıktan sonra bir saatlik bir uçuş daha yaptım.
Gudalajara'ya varıp daha önce internet'ten bulduğum hostele yerleştiğimde saat onikiyi geçiyordu. Gözlerimi kapatır kapatmaz uyudum.
Ertesi sabah gözlerimi açtığımda bambaşka bir dünyadaydım. Vücudum Meksika'ya bir önceki gece gelmişti, ama uzun uçuşta Iberia'nın dört motorlu uçağından fark yiyen ruhum, yeni varmıştı.
Kahvaltıyı yaptıktan sonra kendimi dışarı attım. Uzun yıllardır yaşamadığım, dediğim gibi ilk yurtdışına çıkışımda yaşadığıma benzer bir heyecan vardı içimde.
Guadalajara'daki ilk birkaç saat ne birisiyle konuştum, ne bir şey aldım, ne de birşey yedim. Bambaşka bir dünyada olmanın şaşkınlığı içinde şehrin geniş caddelerinde yürüdüm, etrafa baktım, fotoğraf çektim.
Meksika'nın Türkiye'ye çok benzediğini duymuştum, ancak bu kadar benzeyeceğini tahmin edemezdim. İklim Türkiye'nin neredeyse aynısı, insanların davranışları, sıcaklıkları, rahat hareketleri de Türkiye'yi anımsatıyor.
Ayrıca sokaklardaki karmaşa, düzensiz yükselen korna sesleri ve rengarek giysiler, dükkanlar, biraz daha derli toplu, düzenli ve temiz bir Hindistan havası veriyor.
Sanırım A.B.D.'nin yanıbaşında olmasından, caddeler filmlerde gördüğüm Amerikan şehirlerine çok benziyor. Geniş ve birbirini dik kesen bir sürü paralel caddeler var.
Trafiğin akışı ise yine Amerika'dan alındığını tahmin ettiğim biçimde işliyor. Bir caddede araçlar tek yönde güneye ilerlerken, ona paralel caddede yine tek yönde, ters yönde, kuzeye ilerliyor.
Caddeler Amerikan arabalarıyla dolu. Özellikle Dodge, Chevrolette vs. marka pickup kamyonetlerin trafiğe oranı bir zamanların Türkiye'sindeki Şahin'ler gibi.
Ayrıca Türkiye'de sahip olmak için zengin olmamız gereken Ford Mustang, Hammer, Cadillac Escalade gibi arabalara da her yerde rastlamak mümkün. Sonradan öğrendiğime göre bu arabaların fiyatı vergi farkından dolayı Türkiye'dekinin üçte birine kadar iniyormuş orada.
Guadalajara'da bulunduğum sürece yüzlerce dilenciye rastladım. Mexico City'de de durum aynıymış. Bu anlamda da Meksika, Hindistan'ı hatırlatıyor.
Bütün gün Guadalajara'da yayan dolaştıktan sonra akşamüstü yorgun argın hostele döndüm.
Akşam yemeği için dışarı çıktığımda hava kararmıştı. Daha önce Meksika'da insanları yoldan çevirip kaçırdıklarına, 20 Dolar için cinayet işlediklerine, eğer bavulu elinde yürüyen bir turistsen mutlaka saldırıya uğrayacağına dair pek çok hikaye dinlemiştim.
Ancak Moskova için de bir sürü hikaye dinleyip, anlatılanlarla hiç ilgisi olmadığını gördüğümden beri bu tür hikayelere inanmıyordum. Yine de tedbiri elden bırakmadım, hostelden fazla uzaklaşmadım.
Yemek için hostel'in yakınındaki bir benzincide bulduğum Seven Eleven'dan sandviç ve kocaman bardakta kahve aldım, 28 Pezo (yaklaşık 2.5 Dolar) verdim.
Meksika'da her köşe başında bir Seven Eleven var. İstanbul'da da bunlardan birkaç tane var, hatta küçüklüğümden beri görürüm. Ancak Meksika'daki durumu bambaşka. Tam anlamıyla "her köşe başına" bir tane kurmuşlar. Öyle ki ekmek almaya semt bakkalına gider gibi Seven Eleven'a gidebiliyorsunuz.
Ertesi gün erkenden yorgunluğumu iyice atmıştım, erkenden kalktım. Hostel'den hoşnutsuzluğumu diğer turistlere anlattım, aynı sokakta bir hostel daha olduğunu söylediler.
Caddenin karşısına geçip Villa Santa'nın kapısını çaldığımda, hayatımda karşılaştığım en güzel hostel'deydim.
Villa Santa, iki binanın birleştirilmesiyle oluşturulmuş. İçerisinin tasarımını ya işini çok iyi bilen bir mimarın, ya da içinde enerji patlamaları yaşayan, çok mutlu birinin yaptığından eminim. Ancak kesinlikle Meksikalı!
Ortada üzeri plastik camlarla kapanmış, bütün güneşi içeri alan geniş bir lobi var. Buradaki renkli koltuklar akşamları yorgunluk atan, wireless için bilgisayarını açan turistlerle doluyor.
Villa Santa'da yalnızca turistler değil, Guadalajara'da okuyan, çevre illerden gelen öğrenciler de kalıyor.
Hostel'deki en garip şey ise yemek konusundaydı. Kahvaltı dahil değil... Ancak "kahvaltı yok mu?" diye sormaya gittiğimde perşembe ve pazar günleri olduğunu söylediler. Ya bu hostel'i yurt gibi kullanan öğrencilere özel bir etkinlik, ya da benim İspanyolcam yeteri kadar iyi değildi.
İkinci günümde, daha önce Couchsurfing'den (www.couchsurfing.com) yazıştığım Gabriela'yı aradım. Bu arada Couchsurfing, üyelerin birbirini tanıdığı, evleri müsaitse gittikleri ülkelerde diğer üyelerin evinde kalabildikleri, ucuza dünyayı gezme fırsatı sunan önemli sitelerden biri. Ancak yalnızca kalacak yer için değil, gittiğiniz yerde sıkılmamak, ya da rehberlik yapacak birileri olsun istiyorsanız da gerçekten iyi bir kaynak.
Günlerden pazar olduğundan Gabriela çalışmıyordu, arkadaşlarıyla bisiklete binecekmiş, beni de davet ettiler. Kabul edince hemen bana da bir bisiklet buldular.
Guadalajara'nın iki büyük caddesi pazar günleri 15.00'a kadar trafiğe kapatılıyor, bisikletlilere sunuluyormuş. Yılın büyük kısmı hava sıcak olduğundan ve şehirde yokuş bulunmadığından bisiklet çok popüler. Pazar günleri de yollar tıklım tıklım.
Geniş cadde boyunca pazar gününü dışarıda değerlendiren bir sürü insan gördüm. Bir biranın önünde gençler toplu halde aerobik yaparken, yine aynıca caddede bir çok yerde futbol, basketbol, voleybol, tenis oynayan çocuklar vardı.
Ayrıca cadde boyunca sık sık bisiklet tamircileri var. Sanırım bunlar ya gönüllü ya da belediyeden maaş alıyor. Önlerindeki sıraya giriyorsunuz, sıranız geldiğinde bisikletinizi kontrol ediyor, sorunu varsa gideriyorlar, para da almıyorlar.
Gezi bitip bisikletleri eve bıraktıktan sonra Gabriela, akşamüstü ailesiyle yemek yiyeceğini söyledi ve beni de davet etti. Evimden uzakta ve yalnız olduğumdan nazlanma bile fırsatı vermedim kendime, hemen kabul ettim.
Gabriela'nın annesi yazarmış, ayrıca bir de yayınevi varmış. Gabriela ise işlerinde ona yardım ediyormuş. Büyük kızkardeşinin bir reklam ajansı var. Çok büyük olmasa da, Meksika'da tanınan bir ajansmış. İkizi Ileana ise IBM'in satınalma sorumlusuymuş.
Yemek boyunca epey güldük. Özellikle anneannesi ile dedesinin, uzaklardan gelen bu yabancıyı anlamaya çalışırken İspanyolca sorduğu sorular, benim bu sorulara İspanyolca cevap verme çabam görülmeye değerdi.
Yemekten sonra tekrar dışarı çıktık. Guadalajara'nın merkezinde dolaştık. Şehri bir de karanlıkta görme fırsatım oldu.
Akşam hava sıcaklığında çok fazla değişiklik olmadığından özellikle merkezdeki hayat devam ediyor.
Üçüncü gün yine Couchsurfing'den yazıştığımız, bir başka üye, Suhey'le Guadalajara'nın hemen dışında yer alan turistik semti (aslında ayrı bir şehir sayılıyor) Tlequepaque'ye gitmek için sözleşmiştik.
Adını söylemeyi 20 dakikada öğrendiğim Tlequepaque bana İstanbul'daki Ortaköy'ü çağrıştırdı. Tabii ki deniz yok. Ancak bu turistik semt küçük evlerden ve hediyelik eşya satan yerlilerden oluşuyor.
Burası, Guadalajara'nın başkenti olduğu Jalisco Eyaleti'nin en ilginç ve en turistik bölgesi konumunda.
Bölgeye özgü her türlü hediyelik eşyayı bulmak olası. Özellikle boncukların yapıştırılmasıyla yapılan biblolar, elde örülen kazan ve benzeri giysilerle bir sürü çeşit bulmak olası.
Tlequepaque'de inanılmaz canlı bir hava hakim. İnsanlardaki mutlu hava burada da devam ederken, renkler ve duvarlardaki resimler, hatta heykeller de bu enerjiden nasibini almış.
Buradaki oteller, merkezdekilere iyi bir alternatif oluşturuyor. Fiyatlar hemen hemen aynı, çift kişilik bir oda için 50 - 100 Dolar arasında değişiyor. Ancak bana kalırsa özellikle sakinliği seven çiftler Guadalajara'nın merkezindense mutlaka burayı tercih etmeli.
Zaten taksiyle ucuz diyebileceğimiz bir fiyata (100 Pezo - yaklaşık 9 Dolar) Tlequepaque'den Guadalajara'nın merkezine ulaşabiliyorsunuz.
Ölü suratl bu heykellere Tlaquepaque'nin her yerinde rastlayabiliyormuşsunuz. Meksika'nın "Ölüler Gününde" herkes bu heykellerden alıp birbirine armağan ediyor, evlerine koyuyorlarmış. Boy boy heykeller 10 cm.'den başlayıp 2 metreye kadar çıkıyor.
Antonio Banderas'ın oynadığı "mariachi" filmlerinden birinin final sahnesi de Meksika'nın Ölüler Günü'nde geçiyordu hatırlarsanız...
Ölüler Günü'yle ilgili şehre yerleştirilmiş bir sürü heykele rastlamak da olası. Beton ve tenekeden yapılan bu heykellerden Tlequepaque'nin her yerinde var.
En eğlencelilerinden biri de Mariachi'lerin canlandırıldığı bu heykeller.
Bu teneke Mariachi'lerin içindeki hoparlörlerden sürekli Mariachi müziği çalınıyor. Önlerindeki bankta oturup dinleyebiliyor, hatta elli türlü şekle girip fotoğraf çektirebiliyorsunuz...
Tlequepaque'nin en ünlü yeri ise merkezdeki büyük yapının içinde bulunan çay bahçesi. Burada, ortada büyük bir avlu var ve zaman zaman bu avludaki platformda dans gösterileri yapılıyor.
Avlunun etrafında ise 360 derece çay bahçeleri var. Burada oturup sıcak içecekler ya da tequila çeşitleriyle yapılan kokteyllerden içebiliyorsunuz. Ayrıca akşamları restaruant olarak kullanılıyor.
Etrafta küçük gruplar halinde Mariachi'ler geziyor. Çağırıp sizin için söylemelerini isteyebiliyorsunuz. Tarifesi bir şarkı için 100 Pezo'ymuş. (Yaklaşık 9 Dolar)
Suhey'le Guadalajara'ya doğru yola çıktığımızda bir düğüne rastladık. Arabayı durdurup kendimi kiliseye attım.
Bir Meksika düğününde, Hint düğünlerinde, Afrika kabilelerinin düğünlerinde olduğu gibi farklı, yerel bir şeyler beklerken, klasik bir Hristiyan düğünü ile karşılaşmam beni hayal kırıklığına uğrattı.
Çok fazla kalmadık, tekrar yola çıktık. Gelin arabasının sadeliği güzeldi.
Yine dönüş yolunda bir karnavalın içinde bulduk kendimizi. Guadalajara'nın özel bir günüymüş. Suhey ne olduğunu anlattı, ancak daha oradan ayrılmadan özel isimler, tarihler tamamen aklımdan çıkmıştı bile.
Meksikalıların yerel kıyafetler içinde yerel dansları canlandırdığı pek çok ayrı grup vardı. Sanırım her grup Meksika'nın başka bir bölgesini simgeliyordu.
Kolomböncesi Amerikası'na ait yerli gruplarının dışında, Latin kültürünü çağrıştıran giysiler giymiş gruplar da, Latin danslarına benzer danslar yapıyordu.
Gösterilerin arasında tartışmasız en keyiflisi ise yaşlı adam dansıydı. Oyuncuların birer yaşlı adamı canlandırdığı dansta, birer bastonla giriyor, sallana sallana dansediyor, izleyicileri gülmekten kırıp geçiriyorlar.
Suhey'e rehberliği için teşekkür ettikten sonra ayrıldık.
21 yaşındaki Suhey üniversiteyi bitirmek üzereymiş. En yakın arkadaşıyla birlikte iki yıl Kanada'da çalışmayı, biriktirdikleri parayla Guadalajara'ya dönüp bir hostel açmayı düşünüyorlarmış. Ancak parayı biriktiremeyip, dünyayı gezmeye kalkarız diye korkuyorlarmış.
Sonraki günler boyunca Guadalajara'daki işlerimi hallettim. Guadalajara'da kullandığımız VW New Beetle'dan büyük keyif aldığımı söylemeliyim.
Şehirdeki son günüm pazara denk geliyordu, Couchsurfing'den tanıştığımız Gabriela'nın ikizi Ileana Guadalajara'ya yaklaşık bir saat uzaklıktaki Chapala Gölü'ne gitmeyi teklif etti.
Şehir dışında araba kullanamadığını söyleyen Ileana bu görevi bana verdi. 1800 motorlu Wauxhall'ı (Türkiye'deki Opel Corsa) kullanmak da VW New Beetle gibi büyük keyif verdi. Türkiye'ye döndüğümde mutlaka büyük motorlu bir araba edinmeye karar verdim, benzin fiyatlarını anımsayıp vazgeçtim.
Chapala Gölü (Lake Chapala), Amerikalılar için bir tatil yeri. Burada yazlık alıp, yaz tatillerini geçiriyorlar. En yakın deniz Porto Vallarta'nın Guadalajara'ya dört saat uzaklıkta olmasından dolayı insanlar yüzmeye Chapala Gölü'ne geliyorlar.
Chapala'da geçirdiğim tüm gün boyunca kayda değer hiçbir şey yapmadığımı söyleyebilirim. Kumsalda yattım, tekneleri izledim, birkaç kişiyle tanıştım.
Özellikle her köşe başında satılan karışık meyvesuyu kokteylleri inanılmazdı. Standart boy bardakta (1 lt.!!!) verdikleri meyvesuyunu bitiremedim, ancak çok yaklaşmıştım..
Chapala Gölü kıyısında da Tlaquepaque'de olduğu gibi rengarenk evler, dar sokaklar var.
Güneş batmadan Guadalajara'ya doğru yola çıktık...
Şehre dönüşte Ileana'ya öylesine "tiyatroya gidebilir miyiz?" diye sordum, cevap vermedi. Beni direkt bir tiyatroya götürdü. Bilgi almak için içeri girdi, koşarak çıktı, beni de çağırdı. Oyun başlayalı beş dakika olmuştu...
Koltuğuma oturduğumda oyun hakkında hiçbir bilgim yoktu. Yalnızca girişte adını okumaya fırsatım olmuştu: "Secreto en la Montagna". İngilizceden çağrıştırdığı anlam "Dağın Sırrı"ydı, izlemeye başladım.
Bir süre sonra oyunun, Türkiye'de olay çıkaran "Brokeback Mountain" filminin (hatta Türkçeye çevirisi de "Gay Dağcılar" diye yapılmıştı!) tiyatro oyunu olduğunu anladım, epey güldüm...
Filmi izlememiştim, ama konu düpedüz okuduğum gibi gidiyordu. Üstelik sinema uyarlaması olduğu da belliydi, atmosfer, sesler, sahne düzeni hep sinemasaldı.
Oyunun Brokeback Dağı'nın uyarlaması olduğunu anladığımda gülmemin en büyük nedeni, Guadalajara'nın gay'leriyle ünlü olması. Şehir gerçekten de dünyanın gay oranı en yüksek şehriymiş, bu oran o kadar yüksekmiş ki, şehrin kızları bu durumdan epey şikayetçiymişler.
Bu arada oyun gerçekten iyiydi. Sanırım sinematografik yönetilmesinin de etkisiyle, İspanyolcayı iyi bilmememe karşın sıkılmadan izlediğim, anlatmak istediğini veren bir oyundu.
Oyundan sonra Ileana'ya teşekkür ettim ve vedalaştık.
Hostel'e vardıktan sonra biraz resepsiyondaki internet'te zaman geçirdikten sonra odama çıkıp bavulumu hazırladım. Bir yolculuk daha bitiyordu, bu hüzün vericiydi. Ancak evime dönüyordum ve bu gerçektekten heyecan vericiydi.
Erken yattım... Sabah erken kalkıp taksiyle Guadalajara Havaalanı'na gittim.
Guadalajara'ya bir saatlik uçuştan kısa süre sonra Madrid uçağında, tekrar okyanusun üzerindeydim. Neyseki yine uyku sorunu çekmedim, dönüşte 11 saate düşen yolculuk boyunca uyudum.
Daha önce dediğim gibi Meksika vize istiyor, üstelik bu vize için epey uğraştırıyor. Yanlış hatırlamıyorsam vize için 40 Dolar gibi bir para alıyorlar, bunun dışında harç vs. bir ücret alınmıyor.
Meksika'nın Ankara'da Başkonsolosluğu var, ancak İstanbul'da vizeyi Nişantaşı'ndaki Fahri Konsolosluk (Paragon Turizm) veriyor.
Vize bilgileri için:
http://www.mexico.org.tr/
Meksika'ya Avrupa merkezli bir çok havayolunun uçuşu var. Bunlar Iberia, Air France, British Airways, Alitalia ve KLM.
Ayrıntılı bilgi için:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mexico_City
http://en.wikipedia.org/wiki/Mexico
http://www.mexico.com/
http://www.visitmexico.com/ (Meksika'nın resmi turistik web sitesi)
Güzel bende seninle gezdim
YanıtlaSilcidden
Gezgin bey, blogunuzu ilgiyle takip ediyorum. Teşekkürler. :)
YanıtlaSilGezgin hanım, biz de merakla Portekiz yazılarınızı, fotoğraflarınızı bekliyoruz.
YanıtlaSilgezi yorumlarınızı ilgiyle okudum çok güzel
YanıtlaSilbende meksikaya gitmek istiyorum ama daha önce hiç vize başvurunda bulunmadım zorluk olur mu acaba?
Merhaba,
YanıtlaSilAnkara'yı bilmiyorum ama İstanbul - Nişantaşı'nda fahri konsolosluğu var. Konsolos çok ilgili alakalı, tonton amca, ilgileniyor, uzun uzun anlatıyor, vize de galiba 40 USD'ydi, hemen veriyorlar. Yalnız ben gittiğimde pasaportunda daha önceden alınmış bir Schengen, İngiliz ya da Amerikan vizesi olması gerekiyordu. Oraya gidip Amerika'ya "kaçmayacağınıza" karşı bir önlem geliştirmişler kendilerince.
Yazınızı zevkle okudum çok güzeldi.. Nice seyahatlere....
YanıtlaSil<:))
yazınızı okudum... gitmek için sabırsızlanıyorum
YanıtlaSilteşekkürler gezerken duyduğunuz hazzı yazıyo okurken hissettim :)
YanıtlaSilçok güzel bi anlatım,okuduğuma çok mutlu oldum.Guadalajara'da yaşayan bi Türk olarak gerçekten gezilesi görülesi bi şehir olduğundan hiç şüphem yok.bu arada Meksika-Türkiye arası 3 aylık tek giriş-çıkış vizesiz sağlanabiliyor diye biliyorum ama yinede Ankara büyükelçiliğnden teyid etseniz iyi olur.
YanıtlaSilAyaklarınıza sağlık :)
Guadalajara'da yaşamanız çok etkileyici ve gerçekten kıskanılası bir durum. O tarafa tekrar yolum düşerse, mutlaka görüşmek üzere.
YanıtlaSilSaygılarımla,
Merhaba, yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Anlatımınız ve güzel fotoğraflarla bizde en az gitmiş kadar olduk :) Ben Meksikayla ilgili bilgi ararken blogunuza rastladım. Sormak istediğim birkaç soru var, eşim ve beni iş dolayısıyla (süresi belli değil) Meksikaya göndermek istiyorlar; fakat hep olumsuz şeyler okudum (sizinde dediğiniz gibi cinayet, kaçırma, uyuşturucu vb.) bunlar açıkçası çok korkuttu bizi ama sizin yazınızda daha farklı daha olumlu şeyler bulduk ve sevindik. Sizce Meksika yaşanacak bir ülke mi yani sorun yaşar mıyız sizin gözlemlediğiniz kadarıyla? Çok teşekkür ederim güzel yazınız ve cevabınız için..
YanıtlaSilMerhabalar,
SilEvet, kaçırma, cinayet vs. oranında dünyanın en ön sarılarında geliyor. Ancak tahmin edeceğiniz gibi zaten bunlar tanınmış zenginlere, kara para işiyle uğraşanlara vs. yönelik. Şehir merkezi, bilindik bölgeler vs. dışına çıkmayınca zaten hiçbir problem yok. Bunun dışında Türkiye'ye baya benziyor iklimi, insanı, mutfağı, şehir kuruluş vs. O yüzden keyif alacağınız söyleyebilirim.
Eğer iş nedeniyle bir süre de olsa kalma şansınız varsa mutlaka değerlendirin bence. Bir de İspanyolca çok kolay bir dil, orada gider gitmez iyi bir kursa düzenli devam ederseniz, dönüşte baya baya İspanyolca konuşuyor da olursunuz.
Çok teşekkür ederim yanıtınız için. :)
Sil