Çocukluğumuzdan beri kurduğumuz düşler vardır. Konu seyahat olduğunda ise İtalya ya da İspanya mutlaka kendine bir yer bulur bu düşlerde.
Ben de en az 10 yıldır ara ara İtalya hakkında bir şeyler okuyor, annemle babamın anlattıklarını merakla dinliyor, nerede bir İtalyan bulsam 'Bongiorno' diye atlıyordum önüne. Ancak yaşam işte... Büyüdükçe beni de pençesine aldı elinden geldiğince.
Dünyanın yarısını gördüm, aklımın ucundan geçmeyen bir sürü ülkeyi gezdim, ama 15 yaşında rüyalarıma girmeye başlayan İtalya'yı 25 yaşında gezebildim. Aslında bir 10 yıl daha beklerdim sanırım. Ancak 2008 Ocak'ın bitirdiğim askerlikten sonra, tezkereyi alan herkes gibi dünyaya bakışım değişti, kuşları, ağaçları, dalları bir başka güzel görmeye başladım.
Pembe gözlüklerimi çıkarmadan, üç ay öncesinden Myair'den Ağustos ayı için 80 EUR'ya gidiş-dönüş bir İtalya bileti aldım. Vizeyi de çıkartıp, başladım beklemeye.
Aslında Cinque Terre, 10 günlük İtalya gezimin sonunda yer alıyordu. Ancak bir yılı aşkın süredir bu yazıyı yazmayı ertelememi göz önünde bulundurursak, en sevdiğim, en güzel anımsadığım yerden başlamak daha doğru olacaktı.
Cinque Terre'den önceki durağım Venedik'ti. Yarım günüm Venedik'ten Cenova'ya, oradan da Rio Maggiore'ye olan yolda, trenlerde geçmişti.
Cinque Terre'nin sözcün anlamı "Beş Köy". Bölge İtalya'nın kuzeyinde, Cenova'nın doğusunda yer alıyor ve sahildeki beş küçük köyden oluşuyor. Bu köylerden en doğuda olanı ve benim de kaldığım Rio Maggiore. Köyler arasında doğrudan otoyol yok. Ancak köyün üzerinde oturduğu dağların içinden tüneller açılarak yapılmış bir demiryolu ile rahatça köyler arasında ulaşım sağlanabiliyor. Ayrıca dağların üzerine ve zaman zaman ormanın (Cinque Terre Doğal Parkı) içine giren oldukça uzun ve yorucu bir de yürüyüş yolu var.
Rio Maggiore'ye geceyarısı vardım. Daha önce burada bir gençlik kampı olduğunu okumuş, doğrudan oraya gitmeyi planlamıştım. Kamp İtalyanlar arasında popüler olduğundan, yabancı turistin pek gelmediği bir yer olduğundan rezervasyon yapmadım. Rio Maggiore'ye vardığımda direkt gitmeye karar verdim.
Tabii bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu vardığımda anladım, bu hatayı da bir daha yapmadım; kamp doluydu, kampta değil çevredeki diğer hostellerde bile yer yoktu.
Kalacak yer bulamayınca başıma gelenleri anlatmadan önce yoldan söz etmek istiyorum.
Yine plansızlıktan dolayı Cenova'ya geç vardım, dolayısıyla Cenova - Cinque Terre trenine bindiğimde saat 23.00'ı geçiyordu. Yerel bir tren olduğundan tek tük inip binenlerin dışında hiç kimse yoktu.
Birkaç istasyon gittikten sonra yalnız olduğum vagona göçmen olduğunu tahmin ettiğim bir genç bindi. Sürekli dönüp bana bakmaya başladı. Çantamdaki kamerayı düşünerek ilk istasyonda inip başka vagona geçtim. Gencin peşimden geldiğini gördükten sonra iyice korktum, ilk istasyonda inmeyi düşündüm ancak bu son tren olduğundan inemiyordum da.
Rio Maggiore'ye vardığımda ne kadar tedirgin olduğumu tahmin edersiniz. Sanırım trendeki yalnızca trendeki turistleri korkutarak eğlenen biriydi...
Rio Maggiore'ye geldiğimde geceyarısını geçmişti. İstasyonda inip istasyonla köyü birbirine bağlayan, dağın altından geçen uzun tünelden geçip, Rio Maggiore'nin ana caddesine geldim.
Gençlik kampı yer olmadığını söyleyince, daha önce adresini not aldığım bir hostele gittim, onlar da yerleri olmadığını söyledi. Zor durumda olduğumu anlattım, 10 Euro verip resepsiyonda uyumayı teklif ettim, kabul etmediler. Israr ettim, istersem 50 Euro'ya single oda verebileceklerini söylediler.
Burnumdan soluyarak kapıdan çıktığımda arkamdan "bu saatte hiçbir yer bulamazsın" diye bağırıyorlardı. Köyün merkezinde biraz yukarı aşağı dolaştıktan sonra küçük limana gittim, kayıkların ilerisinde, kayalıkların üzerinde bir yer buldum ve uzandım.
"Uyumamalıyım, yalnızca gözlerimi dinlendirmeliyim, yoksa çantamdaki kameramı, fotoğraf makinemi" çalarlar diye düşünürken uyuyakalmışım. Geceyarısı zaman zaman uyandım, dalgaların sesini dinleyip, yıldızların altında tekrar uykuya daldım.
Söylemeliyim ki, bu yaşamımda geçirdiğim en güzel gecelerden biriydi... 15 yıl önce Sultanahmet'teki evimizin balkonunda uyuduğum aklıma geldi. Denizi ve geçen gemilerin boğuk motor seslerini dinlerken Ahırkapı Denizfenerinin közkapaklarımı usulca okşadığı geceleri anımsadım.
Uyandığımda saat beşi biraz geçmişti. Fazlasıyla mutluydum. Üşümüştüm, korkmuştum, çok yorulmuştum ama gerçekten mutluydum.
Güneş Rio Maggiore'yi yavaş yavaş aydınlatmaya başlamıştı. Biraz dolaştıktan sonra, daha önce sözettiğim, köyleri birbirine bağlayan yaya yolunu yürümeye başladım. Bu yol, bir sonraki köye kadar dağın yamacına kurulan bir patika üzerinde ilerliyordu. Yirmi dakika yürüdükten sonra Manarola'yı (Rio Maggiore'den sonra batıya doğru ikinci köy) gördükten sonra geri döndüm.
Daha sonra buranın adının "Via Dell'Amore" (Sevgi Yolu) olduğunu öğrendim, İzmir'deki Sevgi Yolu'nu hatırladım.
Buraya Sevgi Yolu denmesinin nedeni büyük olasılıkla sevgililer için ideal bir patika olması. Gerçekten yaşamımda gördüğüm en romantik yerlerden biriydi. Ayrıca yine "Sevgi Yolu"nu pekiştiren bir heykel var yolun orta yerinde bir yerlerde.
Bu heykelin fotoğrafını güneş tam doğmadan çekince yeterince aydınlanmamış oldu ve bir silüet olarak kaldı. Heykel ve arkasındaki yeşilliklerin silüeti, arkadaki solgun denizle kontrast oluşturunca ortaya çok güzel bir fotoğraf çıktı. Fotokritik.com 'a yolladığım bu fotoğraf orada da çok iyi yorumlar aldı.
Ben aynı yoldan Rio Maggiore'ye dönerken, güneş de köyü iyice aydınlatmıştı. Gündüz gözüyle gece gezdiğim yerlerde bir tur daha attım, bu kez bambaşka bir yerle karşı karşıyaydım. Bölgenin farklı mimarisi gece ışıkların altında kısıtlı biçimde görülürken, güneşin altında evlerin pastel renkleri ve detayları gözler önündeydi.Rio Maggiore'nin merkezindeki üç-beş kafenin birinde kahvaltı yaptım. Sanırım tereyağlı ekmekle (adını hatırlamıyorum) bir bardak kahveye 8 Euro gibi bir para verdim. İtalya seyahatime başladığım günlerde yemek için ödediğim 10 Euro'yu bulan paralar bana fazla geliyordu ancak galiba alıştığımdan 8 Euro uygun gibi geldi.
Kahvaltıdan sonra dün geceyi geçirdiğim rıhtıma indim. Yine pastel renkli evlerin önünde duran, karaya çekilmiş tekneler gözüme çok daha güzel göründü. Ancak güneş artık iyice tepede olsa da, rıhtım daha önce internet'te bulduğum fotoğraflardaki gibi canlı görünmüyordu. Öyle ya, artık kameralar, fotoğraf makineleri gerçek hayattan da "iyi" alıyorlar görüntüyü.
Rıhtımdan sonra Rio Maggiore'nin dar sokaklarında dolaşarak yukarı çıkmaya başladım. Bunlara sokak diyorum ama, İtalyancada bu "şeyleri" ifade eden başka bir sözcük olmalı. Çünkü sokaklar bir evin kapısından diğerine uzanan, iki insanın yan yana yürüyemediği dar geçitlerden ibaret.
Sokaklar arasında gezinirken, gözüme bir "B&B" yazısı (Bed & Breakfast) ilişti. Hemen içeri girdim, ve akşam için bir oda istediğimi söyledim. Dormitary room'muş (bir odada bir sürü kişi kalıyormuş) ve fiyatı 20 Euro'ymuş. Hemen verdim, odamı gösterdiler.
Yine dar sokaklardan birine kapısı olan güzel bir yerdi. İçeride kimseler yoktu, ancak 7 tane yatak vardı. Pencereden köyün güzel bir bölümü görünüyor, balkondan ise denizi izleyebiliyordum.
Yatağımı seçip, eşyalarımı odama bıraktıktan sonra dar sokaklardan tırmanmaya devam ettim. Birkaç dakika içinde Rio Maggiore'nin "sonuna" varmıştım.
Bir sonraki köy, Manarola'ya doğru yürümeye başladım. Yaya yolunun başına geldiğimde küçük bir kalabalık gördüm, çok umursamadım, geçtim gittim. Ancak bir görevli koşarak arkamdan geldi, para ödemem gerektiğini söyledi. "Ne parası?" dedim, anlattı.
Yaya yolu paralıymış, 5 Euro ödeyerek günlük bilet, 8 Euro'ya ise hem yaya yolunda hem tren yolunda geçerli, yine günlük bilet alabiliyormuşum. "Peki" dedim, 8 Euro verdim, "trenle geri dönerim" diye düşündüm.
İlk köy Manarola'ya kadar olan yol kolay geçti. Zaten bu yolun yarısını sabah da yürümüş, Manarola'yı görüp geri gelmiştim.
Manarola'nın yerleşimi de diğer köyler gibi. Dik bir dağın yamacına kurulmuş ve köyün merkezinden geçen ana caddesi yükselerek devam ediyor, caddenin bittiği yerde köy de bitiyor. Buraya küçük birer otopark yapılmış ve yine diğer köylere giden otoyol buradan başlıyor.
Burada da tren yolundan köye yayalar için dar, ancak uzun bir tünel yapılmış. Tünelin tasarımı Rio Maggiore'dekinden farklı olarak kırmızı ağırlıklı yapılmış, duvarlara Cinque Terre'yi tanıtan fotoğraf ve yazılar asılmış.
Manarola'nın girişinde yere Cinque Terre Milli Parkı'nın bir logosu konulmuş. Logodan anladığım kadarıyla bölgede üzüm bağları var ve tüm İtalya gibi şarapçılık gelişmiş.
Diğer dört köy gibi, Manarola'da da sık sık sürreel sanat yapıtları yerleştirilmiş. Heykel ve duvara yapılmış tablolara her yerde rastlayabiliyorsunuz.
Manarola, Rio Maggiore'ye çok benziyor. Ancak ana cadde çok daha kısa ve daha az dükkan var. Bunun yanında turist sayısı çok daha fazlaydı, büyük olasılıkla burada daha fazla pansiyon olduğundan.
Bu arada bütün köylerde yabancı turiste çok az rastladım. Cinque Terre yerlilerin tercih ettiği bir tatil köyü. Türkiye'deki Assos, Ayvalık, Altınoluk'un konumunda olduğunu söyleyebilirim.
Köyü gezdikten sonra deniz kıyısına yürüdüm.
Manarola'nın çok küçük de olsa bir plajı yok. Köyün bitip denizin başladığı yerde denize yatay bir açıyla uzanan çok sayıda kaya var, buradan denize giriliyor.
Genç yaşlı, yetişkin çocuk burada denize girenleri görünce oldukça heyecanlandım. Yazın hiç denize girmemiş, yalnızca bir kez havuza girmiştim. Askerde olduğumdan geçen yaz da denizle ilgim olmamıştı, bu kadar zaman sonra, üstelik çok uzak bir denizde yüzecektim.
Hemen şortumu çıkarıp hoplaya zıplaya insanların arasına karıştım. Hemen gözüme kestirdiğim birine fotoğraf makinesini ve eşyalarımı teslim edip kendimi suya attım.
Ne kadar bilmiyorum ama denizde epey zaman geçirdim. Gözlüğümü çıkardığımdan etrafta neler oluyor, göremedim. Zaten çok umurumda da değildi, denizin keyfini çıkardım.
Keyif bittikten sonra şortumu hiç giymeden, güneşin altında yine yukarı yürümeye başladım.
Rio Maggiore ile Manarola arasındaki patikanın kısa ve aynı düzeyde ilerlemesine karşın, bir sonraki köy Corniglia'ya giden yol hem daha uzundu, hem dolanbaçlıydı, hem de sürekli alçalıp yükseliyordu.
Bu yolun sonunda ayaklarım yürümez oldu. Alnımdan akan terlerden gözlerim görmez, beynim düşünemez oldu.
Neyse ki bu yolun çok daha güzel bir manzarası vardı. Sırf açık deniz değil, Kuzey İtalya coğrafyasına dair çok şey anlatan koylar ve dağlar önümde uzanıyordu.
Mutlaka bu yolu bir kere de denizden gitmeli.
İşyerinden bir tanıdığım birkaç arkadaş yelkenliyle bu yolu gittiklerini, Cenova'dan başlayıp bu bölgedeki tüm köyleri denizden gezdiklerini heyecanla, uzun uzun anlatmıştı. Şimdi heyecanını daha iyi anlıyorum...
Yolda devrilmeden, hasar görmeden sağ salim Corniglia'ya vardım. Rengarenk evlerin detayıyla çizildiği Corniglia tabelasının önünde durdum. Fotoğraf makinemi çıkardım ve denklanşöre bastım.
Gözüm tabeladaki "you are here" yazısına takıldı. Yazının üstünden evlere uzanan kedi merdiveninin ne olabileceğini düşünürken kafamı kaldırıp, bu kadar yoldan sonra beni bekleyen süprize uzun uzun baktım.
Corniglia, diğer köylerin aksine deniz seviyesinden epey yukarıda kurulu. Köye çıkmak için bu uzun merdiveni tırmanmak gerekiyor. Spor yapan, enerjik biri değilseniz yukarı çıkmak 15 dakikayı buluyor.
Deniz seviyesinden başlayan merdivenlerin tepesinden çektiğim bu fotoğraf durumun korkunçluğunu anlatıyor. Madem sırf yürümek için bu yola 5 Euro alıyorlar, mekanik de olsa bir asansör yapmalılar buraya.
Hatta böyle bir asansör olsa 1 Euro da fazladan verirdim!
Corniglia'nın merkezinde çok fazla zaman geçirmedim. Yalnızca dinlenmek için kaldırımda oturdum. Bir çeşme buldum, su içtim.
İnsanlara fotoğrafımı çektirmeyi hiç sevmem, onlara eziyet ediyormuşum gibi gelir... Bu yüzden fotoğraf makinesini arabaların üzerine koyup makinenin otomatik ayarıyla kendi fotoğraflarımı çekmeye çalıştım. Yuvarlak hatlı İtalyan arabalarının üzerinde makine bir türlü doğru düzgün durmadı, pek başarılı olamadım.
Corniglia'nın "sonsuz" merdivenlerine küfreder uzaklaştım. Ancak aksilik bununla bitmedi. Yol iyice ulusal parkın içine girdi, yol olmaktan çıktı. Bir sonraki köy Vernazza'ya uzanan yol boyunca "yol" denilen şey sadece bir sıra ağaç kesilmiş engebeli bir ormandı.
Aslında mesafenin bir önceki parkura göre daha az olmasına karşın burada çok daha fazla yoruldum.
Üstelik suyum bitti, aklımdan başıma güneş geçeceği, su bulamayacağım ve bayılacağım, kimsenin beni görmeyeceği ve Türk Havayolları uçağı ile Türk Büyükelçiliği sponsorluğunda bir tabut içinde Türkiye'ye gönderileceğim aklımdan geçti!!! Neyse ki yolun yarısında bir kafe gördüm de 2 litrelik bir su alıp çantama attım.
İki saate yakın yolun ardından karşıma çıkan Vernazza bütün yorgunluğumu aldı götürdü. Ayaklarımın gücü yerine geldi, bulutların üzerinde kayar gibi beni önce köyün girişine, oradan da yine dar sokaklardan köyün merkezine götürdü.
Vernazza da dar sokaklardan oluşuyor. Ancak burada yaşam bir başka akıyor gibi. Evlerde daha çok insan var, daha fazla ev var.
Evlerin açık kapı ve pencelerinden içeri baktığımda filmlerde olduğu gibi çocuğuna bağıran bir anne ya da televizyon izleyen, bir yandan da karısına laf yetiştiren yaşlı bir İtalyan görünüyor. Her evden yemek kokular geliyor...
Köyün merkezi de diğerlerine göre daha canlı. Burada daha fazla yabancı turist gördüm. Hem restaurant, kafe hem de hediyelik eşya satan dükkan sayısı Vernazza'da daha fazla.
Vernazza'nın "play" diyebileceğim bir plajı var. Rio Maggiore'de plaj, her biri en az on santim çapında dev taşlardan oluşurken, Manorala'da kayaların arasında yüzmüştüm. Ancak Vernazza'da ince kumdan bir plaj var, deniz ise koy biçiminde, durgun ve yavaş yavaş derinleşiyor.
Tek sorun insanların yüzdüğü alanın hemen ilerisine bağlanmış tekneler gibi görünüyor.
Sanırım onların da koydan çıkana kadar motorlarını çalıştırmaları yasak, kürek çekerek çıkmaları gerekiyor.
Açıkta ise daha büyük motorlu tekneler ile yabancıların yat ve yelkenlileri var. Onların koya girmesi mümkün değil.
Denize girip biraz oyalandıktan sonra çıktım. Playda kendime yer bulmadan önce bir pizza, üzerine de Nutellalı dondurma yedim.
Herşey güzel, ancak plaj oldukça küçüktü. Kalabalık da olunca, kendime bir yer bulmakta epey zorlandım. Havluyu atıp uzanmamla uyumam bir oldu. O yorgunlukla iki saat uyudum...
Uyandıktan sonra Vernazza'nın merkezinde biraz daha dolaştım, fotoğraf çektim.
Cinque Terre'nin son köyü Monterosso al Mare'ye yürümekten derhal, trenle gitmekten de birkaç dakika sonra vazgeçip trenle Rio Maggiore'ye döndüm. Böylece tren içi ödediğim 3 Euro'luk fark da boşa gitmemiş oldu.
Sabah bulduğum hostel'e varır varmaz duş alıp balkona uzandım. Denizi izleme başladım.
Balkona ardı ardına ellerinde tabaklar kızlar girmeye başladı. Beş kişi oldular. Hepsi Avustralya'danmış. Kimisi birlikteymiş, kimisi orada tanışmışlar. Dört gündür Rio Maggiore'deymişler, benim gibi bir gün kalıp gitmeyeceklermiş. Bence en doğrusunu yapıyorlar!
Üstelik hepsi de oda arkadaşımmış!
Hava kararana kadar muhabbet ettik, ellerindeki makarnalardan, salatalardan ikram etmediler. Epey sinirlendim, ancak Avustralyalılar olur dedim, boşverdim.
Ertesi sabah Rio Maggiore'den ayrılırken uzun zamandır olmadığım kadar mutluydum. Nedenini hala bilmiyorum, büyük olasılıkla Cinque Terre'nin atmosferi ile ilgili bir şey.
Pek çok yer için böyle hissetmem, ancak Cinque Terre'ye kesinlikle tekrar gideceğim. Özellikle balayı için aklıma gelen ilk yer!
Cinque Terre İtalya'nın kuzeyinde, Liguria denen bölgede, Cenova'nın yaklaşık 80 kilometre doğusunda yer alıyor. Bölge Unesco'nun World Heritages listesinde.
Köyler arasındaki uzaklık Google Earth'den ölçtüğüm kadarıyla:
Rio Maggiore'den Manarola'ya 1.5 km
Manarola'dan Corneglia'ya 2.5 km
Corneglia'dan Vernazza'ya 3.5 km
Vernazza'dan Monterosso al Mare'ye 3 km
Ancak parkurun orman içindeki dolambaçlı yolları göz önünde bulundurulduğunda daha uzun olduğunu söyleyebilirim.
Ayrıntılı bilgi için:
http://en.wikipedia.org/wiki/Cinque_Terre
http://www.cinqueterre.it/
http://www.cinqueterreonline.com/
Bu yazıyı okuduktan 1 saat sonra bu yazıya rastladım, hayırdır inşallah.
YanıtlaSilhttp://hemgezenhemokuyan.blogspot.com/2008/09/balaymzn-ara-duraklar-da-olmasna-karn.html
Abi bence en yakın zamanda sen de gitmelisin, ondan. :)
YanıtlaSilsence nerede kalmak mantikli>? anlattiklarin kadariyla vernazza mi>?
YanıtlaSilrio maggiore gayet ideal. 50 EUR'ya oda kiralıyorlar, 2-3 kişiyseniz ucuza geliyor.
YanıtlaSilGaliba sizden önce ilk balayına ben gideceğim;)) Saygılar Nevena
YanıtlaSilBu şehrin puzzle yapıyorum. Puzzle satın alırken bu manzara beni çook etkilemişti........
YanıtlaSilBen de Hong Kong puzzle'ıyla meşgulüm. :)) Bu arada Cinque Terre ile ilgili hiçbir bilgim yoktu, ben de galiba Vernazza'yı puzzle gibi alakasız bir yerde görümştüm, onun üzerine gitmeye karar vermiştim.
YanıtlaSilGerçekten balayı için çok ideal. Kesinlikle tavsiye ederim...
YanıtlaSilmerhabalar , ben şu an venedikteyim. 7 günlük ufak bi gezi yapmayı planlıyorum . içinde cinque terre , portofino,pisa,floransa,perugia ve torino olan. fakat bir sıraya koyabilmiş değilim. cinwue terreye ulaşım trenle nasıl oluyor acaba *tren italianın sitesinden bulamıyorum.genovaya mı gitmek gerekiyor önceden ??
YanıtlaSilmerhabalar, yazınızı çok beğendim ,teşekkkürler,bilgilendirici olmuş. ben de iki gün sonra gitmeyi planlıyorum,uamrım kışın da güzeldir ! fakat venedikten genovaya mı gitmek lazım.tren italianın sitesinden bulamıyorum.bilgilendirirseniz sevinirim.ve firenze,pisa,cinque terre,portofino,perugia,torino destinasyonlarını kapsayan ufak bi tur yapmak yapmak istiyorum.sıralama açısından öneriniz olursa çok sevinirim.teşekkürler
YanıtlaSilSelam! Tesadüf, bende şu anda Vicenza'dayım, Venedik'e 60 km. :)) Fakat bu kez iş için.
YanıtlaSilTren garında bilet otomatları var. Onlardan istediğin yere bilet alabilirsin. İngilizce menüleri var hepsinin. Ödemeyi kredi kartı veya nakit yapabiliyorsun. Net'le hiç uğraşma, o makineler en güzel.
İyi yolculuklar!
kıskandım:)çok sürükleyleyici anlatmışsınız ayrıca zevkle okudum...tebrikler
YanıtlaSilUzun zamandır buraları gezmek gibi kocaman bir hayalim var ama ne yazık ki benim gibi zavallı bir öğrenci için bu imkansız görünüyor. Yazınız ve çektiğiniz fotoğraflar için teşekkürler gerçekten can alıcı güzellikte yerlermiş... :)
YanıtlaSil