19.11.17

Malta (Ağustos 2017)


Akdeniz'in kelimenin tam anlamıyla ortasında yer alan -neden bilmiyorum ancak- yıllardır gözümden kaçmış, tipik bir Akdeniz ada ülkesi Malta.

Uzun zamandır popüler tatil yerlerinden, yoğun destinasyonlardan uzak duruyorum. Malta da, benim için bu kategoride yer alıyordu. Bir de hakkında bildiğim tek şey, ülkedeki İngilizce dil okulları piyasasından ibaret olunca, yıllardır bu küçük ada ülkeye ilgi duymadım.

Ağustos 2017 Kurban Bayramı'nın 9 günlük tatil olması nedeniyle tatil yeri ararken tesadüfen buldum Malta'yı. Yıllardır tanıdığım, çok da sevdiğim, ancak tanışıklığımız kahve içmekten ileri gitmeyen arkadaşlarımdan, Mustafa ile bu tatili konuşmak üzere buluştuk. Araba ile Balkanlar gezisi diye başlayan yemek, Sicilya ve Malta'yı kapsayan bir gezi için bilet almamızla son buldu.

İtalya bölümünde bulabileceğiniz, Sicilya'nın ardından, gezinin ikinci bölümü için Catania'dan (Sicilya) uçak ile Malta'ya ulaştık.

...
Malta tipik bir Akdeniz ülkesi

Yukarıda yazdığım gibi Malta tipik bir Akdeniz ülkesi. İki büyük adadan oluşuyor. Kendine ait dili ve Maltalılar diyebileceğimiz bir toplumu var. Maltaca, İtalyanca ile Arapça'nın tam anlamıyla bir karışımından oluşuyor. Dikkat kesilip konuşmaları dinlerseniz, iki dilden de sesler kapıyorsunuz. Kültürel olarak da, Güney İtalya ve Arap alışkanlıklarını taşıdıklarını gözlemledim. Rahat, yavaş ve gürültülüler.

Ülke Euro para birimini kullanıyor. Ancak Avrupa'nın diğer bölgeleriyle kıyaslandığında, ucuz bir yer olduğunu söyleyebilirim. Adanın tamamı turistik. İstatistikleri okumadım ama, pratikte yerel insanlardan çok turistlerle iç içesiniz.

Bir ada ülkesi, ancak oldukça küçük bir ada. Nereye giderseniz gidin, bir yerden denizi görebiliyorsunuz. Marmara Denizi'ndeki Marmara Adası'nın 3-4 katı büyüklükte olduğunu tahmin ediyorum. Koca bir ülke olduğunu düşünürseniz, bu gerçekten küçük bir coğrafya.

Bugüne kadar hiç dikkatimi çekmemiş, muhtemelen ülkemizde de kimsenin pek tanımadığı Malta'nın çok derin bir tarihi var. Akdeniz'in kelimenin tam anlamıyla ortasında, Sicilya'nın hemen altında, çok işlek bir bölgede yer alıyor. Durum böyle olunca, geleni gideni de çok olmuş. Sürekli el değiştirmiş. Akdeniz üzerinde gerçekleşen her göç, savaş ve seferde Malta'nın öyle ya da böyle bir rolü olmuş.

Malta'ya Sicilya'dan, akşam geç saatte, Malta Havayolları'nın uçuşuyla geldik. Otelimiz merkezde olduğu için, varır varmaz kendimizi dışarı attık. Malta'da gece hayatı gerçekten çok canlı. Ülkede çok büyük bir "İngilizce endüstrisi" var. İngiltere, Avustralya'da yalnızca dormitory'ye ödeyeceğiniz paralarla, Malta'da tüm İngilizce öğreniminizi sürdürebiliyorsunuz. Ancak burada da dikkat edilmesi gereken nokta, ülkeye İngilizce öğrenimi için gelenlerin belki yarısının, öğrenemeden dönecek olması. Gece hayatı, içki ve tabii turizm o kadar baskın ki, eğitim için gelenler, eğitime hemen hemen hiç zaman ayıramıyorlar.

Malta'da üç günümüz vardı. Ülke küçük olmasına rağmen, kısıtlı bir zamanımız olduğundan, programımızı da sıkı yapmıştık. Internet'te yaptığımız araştırmalarda gitmemiz gereken yerler arasında Malta'nın şehir merkezi Valletta, tarihi merkez Mdina, balıkçı köyü Marsaxlokk, Temel Reis filminin çekildiği Popeye Village ve meşhur açık mavi sularıyla Blue Lagoon vardı.

Valletta sokaklarında

İlk günümüze Valletta şehir merkezi ile başladık. Burası Malta'nın güncel merkezi. Hükümet binaları, tiyatro, müze ve diğer sosyal binalar, hem yerellerin, hem turistlerin uğrak mekanı restaurantlar hep burada. Yine Valletta sokakları, Malta'nın ruhunu anlamanız için en doğru yer. UNESCO'nun koruma bölgelerinden olması ve turizmin ülkede bu kadar önemli yeri olması sonucu, Valletta'daki tüm binalar bakımlı, yapıldıkları günkü gibi gösterişliler.

Bu binaların tümü, adaya özel sarı renkli bir taştan yapılmış. Kaç kişi böyle düşündü, ben mi bazen çok duygusallaşıyorum, bilmiyorum - ancak bu taşlara dokunmak, sırf renk tonlarındaki küçük farklılıkları izlemek bile, insana büyük keyif veriyor. Tabii Malta'nın derin tarihinin bu taş binalara yansımış olması da önemli bir etken, bu hissin ortaya çıkmasında.

Valletta küçük bir yer. Ancak her sokağın sanki bir öyküsü var, hepsini yürümek, görmek istiyorsunuz. Şehir merkezinin çevresi deniz, bir yarımada. Dolayısıyla yollar bir şekilde hep denize çıkıyor. Biz de yarım günümüzü burada geçirdikten sonra, dinlenmek için tarihi kaleye ulaştık. Burası oturup, Malta Limanı'nı izleyebileceğiniz, güncel bir nokta. Güneş batarken ise Valletta'nın biraz daha uzağında kalan, cruise gemilerin bağlandığı yolcu limanına ulaştık. Akşam yemeğimizi bu limanda yiyip, otelimizin bulunduğu Sliema'ya döndük. Akşam yemeğinde tabi ki deniz ürünleri vardı.

Sliema, aynı zamanda gece hayatının bulunduğu bölge. Otelde bir süre dinlendikten sonra dışarı çıktık. Malta'daki ikinci akşamımızda günlerden Cumartesiydi. Dolayısıyla dışarısı tıklım tıklımdı. Sliema'da dışarı çıktığımda yankesicilere karşı dikkatli olmam için daha önce uyarılmıştım, dolayısıyla yanıma hiçbir şey almadım.

...

Malta'daki ikinci günümüzü ağırlıklı olarak denizde geçirecek biçimde planladık. Sabahtan, güneş doğmadan eski şehir Mdina, öğlen ise Blue Lagoon'da yüzerek günü tamamlayabileceğimiz Gozo Island'a gitmeyi planladık.

Mdina eski şehir merkezi çok iyi korunmuş

Mdina, Malta'nın bundan önceki merkezi. Yine turizmin gelmesi sonucu, orijinali gibi olacak şekilde tadilat yapılmış. Bence orijinalinden çok daha iyi durumda, çünkü aktif bir koruma var. Eski şehir merkezi tamamen, az önce sözünü ettiğim sarı taşlardan oluşuyor ve hepsi göz alıcı güzellikteler. Anladığım kadarıyla bu merkezde yaşayanlar da var, ancak göz önündeki hareket, turistik dükkanlar ve restaurantlardan ibaret. Yolda yürürken tek tük arabalar gelip geçiyordu, ancak bunlar, eski merkezde yaşayanların arabaları gibi görünüyor. Bunun dışında sokaklarda tek gördüğünüz turistler ve turist gezdirmek için dolaşan faytonlar.

Mdina, kale biçiminde inşa edilmiş bir merkez. Dışı yüksek kale duvarlarından oluşuyor. Kısıtlı sayıda giriş var. Orta Çağ'daki kullanımında, bu kapılar kapatıldığında, dışarıyla ilgisi kesildiği belli oluyor. Denizden oldukça uzak bir noktada, Malta Adası'nın içlerinde kurulmuş. Bu da, Akdeniz'den gelen, ardı arkası kesilmez saldırılara karşı inşa edildiğini gösteriyor.

Mdina'da yaklaşık 2 saat geçirdik. Malta'ya gidecekseniz, Mdina'yı mutlaka programınıza almalısınız.

...

Eski merkezdeki gezintimizin ardından, otobüs ile Gozo Adası'na giden teknelere bilebileceğimiz limana doğru yola çıktık.

Malta'da ulaşımın en akılcıl yolu otobüsler. İstanbul'daki Akbil benzeri bir ulaşım kartı var. Anladığım kadarıyla 3 gün, 5 gün vs. geçerli pass kartları da var. Ancak en kolayı, otobüse binerken nakit ödeme. Her binişinizde 2 EUR vererek, adadaki tüm otobüs hatlarından faydalanabiliyorsunuz.

Adayı dolaşan çok sayıda hat var. Bunalın geneli Valletta'da son buluyor. Dolayısıyla Valletta'da kalırsanız, adanın her yerine çok daha hızlı ve kolay biçimde seyahat edebilirsiniz. Biz, hemen hemen tüm otellerin Sliema'da olması nedeniyle, bu bölgeyi tercih etmiştik. Ancak gideceklere kesinlikle Valletta'da bir yerlerde kalmalarını öneririm. Otel ve hostel dışında, Airbnb.com benzeri sitelerden apart kiralamanız da mümkün, Malta'da bu konuda çok fazla alternatif var.

Malta'da otobüslerle ilgili dikkatimi çeken ilginç bir şey, hemen hemen hepsi Otokar marka. Yani bunlar Türkiye'nin ihracatı, Bursa'da üretilip buraya satılan araçlar.

Otobüsle (yine Valletta aktarmalı olarak) Malta Adası'nın kuzeyindeki bir limana vardık. Buradan gidiş dönüş 10 EUR biletlerle teknelere binip Gozo Adası, ya da arada kalan, Blue Lagoon'un bulunduğu kayalıklara ulaşabiliyorsunuz.

Blue Lagoon gizli bir cennet

Açıkçası denizi, denizde zaman geçirmeyi çok sevmem. Ancak Akdeniz'in güzelliği, her zaman olduğu gibi, yine bana bu "tuhaf" huyumu unutturdu. Özellikle Blue Lagoon'un konumu gereği, turkuaz rengi, açık renk suları, mükemmel ısısı ve derinleşmeyen suyu nedeniyle, burada çok eğlendim.

Yol arkadaşım Mustafa, Çanakkaleli. Dolayısıyla denizle benden çok daha haşır neşir. Kendisi sanırım 2-3 saat sudan çıkmadı.

Bu arada, Mustafa'nın demesine göre, Blue Lagoon'da Ivana Sert ile defalarca karşı karşıya gelmişiz. Kendisini tanımam, bulunduğu camiadaki konumunu da tahmin edebiliyorum. Ancak adını çok duydum ve Blue Lagoon'da bile böyle ünlü Türkiyelilerin bulunması, onur verici.

Blue Lagoon'dan, son tekne ile ayrıldık. Valletta'ya kadar, yanlış hatırlamıyorsam 1 saate yakın, uzun diyebileceğim bir yolculuk yaptık. Buradan yine otobüs ile, adanın güneyindeki Marsaxlokk'a devam ettik.

Marsaxlokk, yazması zor, söylemesi zor, ancak telaffuzunu öğrendikten sonra da, bir o kadar havalı (marsaşlok), Malta'nın eski balıkçı köyü. Bugünlerde asıl işlevi, turistlerin öğle ya da akşam yemekleri için gittikleri, sakin bir kasaba olmaktan ibaret. Yemeğinizi yerken, akşamüstü güneşin Malta yerel balıkçı tekneleri üzerinden batışını izleyebilirsiniz.

Rengarenk bu tekneler, küçük kasabayı çok canlı gösteriyor. Teknelerin ön taraflarında sağ ve solda birer tane göz resmedilmiş. Bunlar, Türkiye'deki "nazar"a benzer bir uygulama. Bu gözler teknelerin üzerinde olduğunda karada ve denizdeki tüm kötülüklerin, balıkçılardan uzak duracağına inanılıyormuş.

Bir akşam yemeğinizi mutlaka Marsaxlokk'ta yiyin

Marsaxlokk'daki akşam yemeğimiz unutulmazdı. Akdeniz'in vazgeçilmez tadı kılıç balığı, bunun yanında binbir çeşit deniz ürünü, taze yeşillikler yemeğin vazgeçilmez parçalarındandı.

...

Malta'daki üçüncü ve son günümüz, sıkı bir kahvaltıyla başladı. Ardından, Amerikan filmi Temel Reis'in 70lerde Malta'da çekildiği seti, Popeye Village'a doğru, yine otobüsle yola çıktık.

Bu sefer yanlış otobüse binmişiz. Mecburen uzakta indik, sanırım 2 kilometre kadar, Akdeniz güneşinin altında yürümek zorunda kaldık. Tarlaların arasındaki uzun yürüyüşümüzün ardından, karşıda Popeye Village'ın görünmesini, o andaki sevincimizi unutamıyorum.

Buraya giriş 15 EUR. Ücretsiz yerel şarap tadımı ve 15 dakikalık hızlı bir tekne gezisi de fiyata dahil. Burası, yukarıda bahsettiğim filmin hemen hemen tüm çekimlerinin yapıldığı set. Çekimlerden sonra Malta turizmine hizmet etmesi için korunmuş, oldukça isabetli de olmuş. Malta'ya gelenler, mutlaka buraya da bir uğruyorlar.

Çok şey vadetmese de, Popeye Village görülebilir

Yaklaşık 20 civarındaki maket evi gezip, tekne turunu bitirdikten sonra, bavullarımızı almak için Sliema'ya, ardından yine otobüsle havalimanına gittik.

...

Malta'daki üç günümüzün ardından söyleyebileceğim en önemli şey, mutlaka burayı görün. İstanbul'a inanılmaz yakın, 2 saatlik bir uçuşla ulaşabiliyorsunuz. THY'nin sanırım her gün 2-3 uçuşu var. Ara sıra açtığı kampanyalardan 100 EUR bile biletleri almanız mümkün.

Malta, Avrupa Birliği'nin tam üyesi. Ancak kendinizi kesinlikle Avrupa'da hissetmiyorsunuz. Avrupa standartlarında bir Tunus, Cezayir, Fas gibi. Tam bir Akdeniz ülkesi. Kasım-Şubat arasındaki zaman dışında tüm aylarda gidip denize girilebilir, yaz mevsimi yaşanabilir.