Cucuta'dan başlayan 17 saatlik yolculuk sonunda Cartagena'ya ulaştım.
17 saat kulağa ne kadar "zor" gelse de, Latin Amerika'ya yapılan keyifli bir gezide çok da önemi olmuyor. Önceki gün akşamüstü Cucuta'dan Kaan ve arkadaşı Fransisco'nun beni yolcu etmesiyle başlayan yolculuk, öğlen olmadan sona erdi. Yol boyunca en az 20 tane polis çevirme noktası gördüm. 3-4 kez de polis otobüsü durdurup içeri girdi, "arama" yaptı. Yaptığı arama el feneriyle koridoru bir turlamaktan ibaret.
Anladığım kadarıyla bu yoğun "ilgi"nin amacı, ülkedeki devasa uyuşturucu trafiği. Bulunması en zor, en pahalı uyuşturucuları bile istediğiniz miktarlarda ve bedava denecek fiyatlara elde etmek çok kolay olduğundan, kullananların yanında bir sürü de küçük satıcı türemiş. Köylerden taşınabilir miktarlarda uyuşturucu alan ve bunu başka ülkelere götürüp satmaya çalışan Kolombiyalılar var. Tabii bu yer değiştirme en az 20-30 katı değerlenmeyi beraberinde getiriyor.
Yine bu büyük kazançlarla birlikte, cinayetler, ölümler, komplolar da beraber geliyor. Kaan'ın anlattığına göre özellikle ülkenin iç bölümlerinde, sık ormanlardan dolayı polis ya da askerin kontrolü sağlayamadığı bölgelerde inanılmaz bir uyuşturucu hareketi varmış.
Aslında "uyuşturucu ve Kolombiya" benim için apayrı bir yazı, blog yazısı, hatta kitap konusu. Türkiye ve bölgemiz ülkeleriyle ile, politikayla, ekonomi ile ilişkileri göz önünde bulundurularak yazılan bir yazı gerçekten keyifli olur. İleride de değineceğim bu konuya şimdilik son verip 17 saatlik uzun otobüs yolculuğuma dönüyorum...
...
Altyapı olmadığından demiryolları ne Kolombiya, ne Güney Amerika'nın diğer bölgelerinde gelişmemiş. Bu size Türkiye'den tanıdık geliyor değil mi?
Ekonomik durum ve büyük olasılıkla politik ilişkiler nedeniyle, Türkiye'nin son 10 yılda kendini içinde bulduğu "bedava uçuşlar" gibi bir şansı da yok Kolombiya'nın. Dolayısıyla İran'da olduğu gibi karayollarına yüklenilmiş. Tabii yine büyük bir organizasyonluk var. Yollar inanılmaz kötüyken, otobüsler tam tersi çok çok iyiler. Yolculuğumu yaptığım firmanın otobüsü de çok rahattı. "Uçak gibi" derler... Uçaktan çok daha rahattı. Dolayısıyla yukarıda yazdığım polis kontrolleri dışında kayda değer hiçbir şey, hiçbir rahatsızlık olmadan Cartagena'ya vardım.
İlginç olan, İstanbul'dan Bogota'ya olan yolcuğun da aşağı yukarı 17 saat sürmesi...
...
Kolombiya'ya gitmeden önce Cartagena'ya dair hiçbir şey bilmediğimi söyleyebilirim. Birkaç ay önce, bileti aldığımda Lonely Planet'in rehberini bilgisayara indirip gezmeye değer yerleri öğrenmiş, sonra toplamda bir saati geçmeyecek, çok yüzeysel bir araştırma yaptıştım. O ara Cartagena'nın da birkaç fotoğrafını görmüştüm, hepsi bu...
Burası adına bildiğim her şeyi, Cucuta'da bulunduğum süre içinde kısaca Kaan'dan, ardından oradayken yine Lonely Planet'in rehberinden ve internet'ten öğrendim.
Cartagena'yı benim için unutulmaz ve baştan sona "büyüleyici" yapan ise, İstanbul'da Atatürk Havalimanı'nda uçak beklerken bir an aklıma esip yaptığım basit bir şey oldu. Pasaport kontrolünü geçip beklemek için HSBC Lounge'a giderken, her zamanki gibi "bakınmak" için D&R'a uğradım. Kitapların arasında gezinirken, "madem Kolombiya'ya gidiyorum, Kolombiyalı bir yazarın kitabını alayım, yolda okurum" diye aklımdan geçirdim. Gabriel Garcia Marquez'in Kolombiyalı olduğunu bildiğimden, kitaplarının bulunduğu yeri buldum. "Kolera Günlerinde Aşk"ı satın aldım.
O zamana kadar Marquez'in Kolombiyalı olduğu dışında hiçbir şey bilmiyordum. Kolera Günlerinde Aşk'ı seçmemin tek nedeni ise daha önce adını duymuş olmamdı. Hatta "Da Vinci'nin Şifresi", "Taş Meclisi" vs. gibi popülerleştirilen kitaplardan nefret ettiğimden, Kolera Günlerinde Aşk'ın da bir dönem Türkiye'de bu şekilde satıldığından bir ara satınalıp almamakta kararsız kaldım. Kitabı çantama koydum ve ta Cartagena'ya varana kadar aklımın ucundan bile geçirmedim.
İlginç olan şey, Cartagena'da otele yerleşip, hatta ilk gün gezip günün yorgunluğuyla, otelin kahvaltı yapılan bahçesinde otururken ortaya çıktı. Marquez'in bu kitabı tamamen Cartagena'da geçiyordu. Kitabı okuyup bitirdiğim 4 gün boyunca sürekli kitapta yazan yerlerde dolaştım durdum.
Dediğim gibi bu inanılmaz bir durumdu. O şehirde olup, o şehirde yaşanan, üstelik Marquez'in kitabında uzun yıllara yayılan bir öyküyü okumak, kitaptaki bir sürü yerin önünden geçip sonra tekrar okumak bambaşka bir deneyim oldu benim için...
...
Cartagena'daki ilk günümü neredeyse otel arayarak geçirdim desem yeridir. Tabii bu şehirde otel olmamasından ya da benim otel beğenmememden değil, sırt çantam küçük olduğundan otel işini savsaklamamdan kaynaklandı.
Otel bahanesiyle küçük şehir merkezinin hemen her yerini gezdim. Sonunda, Cartagena'nın tarihi merkezinin içinde kalan Getsemani bölgesinde 40.000 Pezo'ya (Yaklaşık 40 TL), tuvaleti ve duşu da olan tek kişilik bir oda buldum.
La Casona Hostel, bölgedeki pek çok otel, hostel gibi "Kolonyal Mimari" ürünü. Mimari ve yerleşim anlamında Meksika'da Guadalajara'da kaldığım otel birebir aynısı diyebilirim. Üç attan oluşan binanın ortasında geniş bir bahçe var. Odalar giriş kattan itibaren, kapıları bahçeyi görecek şekilde binayı çevreliyor. Tavan açık, bahçe güneş ve yağmurdan korunmasız.
...
Kolonyal mimari doğal olarak tüm şehirde etkisini gösteriyor. Özellikle eski merkez konumundaki bölgenin neredeyse tamamı bu dönemin mimarisiyle dolu. Şehir merkezinin iyi korunduğunu söyleyebilirim. Şehrin nüfusu 1 milyon civarında.
Şehrin tam adı Cartagena de Indias. İspanya'da bulunan, ismini aldığı Cartagena şehrinden ayrılması için bu adı almış. Sanırım "Yerlilerin Cartagena'sı" biçiminde
Bogota ve Cucuta ile birlikte bir Kolombiya şehri olmasına karşın, Cartagena'nın bambaşka bir "ülke" olduğunu söyleyebilirim. Her anlamda Kolombiya'dan ayrılan bir yer. Tabii bunun en büyük nedeni Karayip şehri olması. Karayip ruhu sonuna kadar hissediliyor. Gelecek yıl fırsat ve uygun bilet bulabilirsem Küba'ya gitmeyi planlıyorum... Bu anlamda Karayipler'in kalbine yapacağım gelecek yılki bu gezi için bir hatırlık oldu Cartagena...
Gün boyunca şehirdeki hayat oldukça keyili. Zamanımın çoğunu tek başıma, sokaklarda dolaşarak geçirdiğinden Cartagena'yı film izler gibi yaşadım. Bol bol gözlem yapma olanağım oldu. Çok fazla konuşmadığımdan, çok izledim, çok dinledim.
Şehrin genelinde "relax" diye tabir ettiğimiz, stressiz, tasasız ortam hakim. Hani herkes emekli olup küçük bir sahil kasabasına yerleşmek ister ya... Cartagena bunun için çok doğru bir yer. Bu açıdan bakıldığında bence tek kusuru fazlasıyla turistik olması. Özellikle eski şehir merkezinde yürüyenlerin en az yarısı turist. Ancak Türkiye'de, Mısır'daki gibi, satıcıların üzerinize çullandığı bir turizm anlayışı gelişmemiş. Bu yüzden turistik ortam çok da fazla hissedilmiyor. Havanın hep aynı sıcaklıkta olması, insanların Karayip genelindeki mutlu ve her an dans etmeye hazır hali, size kendinizi fazlasıyla iyi hissettiriyor.
...
Güneş batarken de bu keyifli ortam devam ediyor. Sokaklardaki insanlar azalmıyor, hatta belki biraz daha artıyor. Akşamdan kalmalar, öğlen sıcağında dışarı çıkmak istemeyenler ve günü plajda geçirenler de görünmeye başlıyorlar.
Akşam dışarıda olduğum günlerden birinde sokak bir sürü sokak müzisyenine, dans grubuna denk geldim. Yerel Kolombiya danslarından oluşan uzun bir gösteri yapan grubun iki dansını izledim.
Saat 10'u geçip akşam geceye dönerken sokaklar tenhalaşıyor. 11'i geçtiğinde iyiden iyiye ıssız bir hal alıyor. Bu durum nedeniyle, Kolombiya'da bulunduğum süre boyunca duyduğum "güvensizlik" hissi, Cartagena'da da kendini fazlasıyla hissettirmeye başlıyor.
Daha önce "tehlikeli" diye addedilen pek çok şehre gittim. Hepsinde de çok geç saatlerde ve pek çok bölgesinde bulundum. Mexico City, Nairobi, Moskova, Rio de Janeiro... Bunların hepsi yüksek suç oranı ile ün salmış yerler. Hepsinde de uzun süreler bulunmama karşın, hiçbirinde, hatta dünyanın hiçbir yerinde gerçekten güvende olmadığımı hissetmedim. Ancak Kolombiya'da durum bambaşkaydı, gezi boyunca hep bir "arkamı kollama" halindeydim.
...
Cartagena'da yapılabilecek en güzel şeylerden biri "Chiva"larla şehir turuna çıkmak.
Chiva, Kolombiya ve Ekvator'a özgü bir otobüs. Bu bölgedeki yoğun dağlık yapı nedeniyle, özellikle And Dağları üzerindeki ulaşımın sağlanması için ortaya çıkmış. Her bölgede kendine özgü karakteristik özellikleri bulunan Chiva'lar oluşmuş. Genellikle, Kolombiya bayrağındaki sarı, kırmızı ve mavi renkleri kullanarak rengarenk boyanıyorlar. Bu bakımdan fazlasıyla Pakistan'daki çeşit çeşit desenle boyanmış kamyonları hatırlatıyor.
Chiva'lar, kamyon şasesinin üzerine tahta ya da metal, yolcu bölümünün oturtulmasıyla oluşuyor ve yolcuların oturduğu yerler bank şeklinde.
Chiva'ları pek çok Kolombiya karikatüründe görmek mümkün. Hani şu meşhur horozu, tavuğuyla otobüs yolculuğu yapan Latin Amerika köylüsü de Chiva'larla resmediliyor sanırım.
Tarihi 20. Yüzyıl'ın başına dayanan Chiva'ların ilk çıkışı kamyonlar üzerinde değil, at arabası şeklinde olmuş zaten. Tahmin edeceğiniz gibi bugün doğal kullanımı yok denecek kadar az, yalnızca turistik amaçlarla kullanılıyor.
Dönüşte hem Chiva oyuncağı, hem de magneti almayı ihmal etmedim!
...
Cartagena'da da Chiva'larla yapılabilecek bir sürü tur seçeneği mevcuttu. Kaldığım otelden yarım günlük bir şehir turu aldım. Bunun dışında, Cartagena'nın dışına çıkan tur seçenekleri, akşamüstü başlayıp geceyarısına kadar süren içki dahil Chiva turları da seçenekler arasında.